Anasayfa / Genel / ONARILMASI EN ZOR YARA…

ONARILMASI EN ZOR YARA…

Günümüz dünyasında, özellikle de ülkemizde, hepimizin şahit olduğu derin bir yara var.

İnsani değerlerin hızla aşınması, erozyona uğraması.
Bu, sadece toplumsal bir yara değil. Gündelik hayatımızın her anına sirayet etmiş, ilişkilerimizi zehirlemiş, bizi biz yapan değerlerimizi zayıflatmış, gerçek bir sorun olarak karşımızda duruyor.
Bir köprü yıkılsa yenisi yapılır, bir kurum çökse yeniden yapılanır, bir ekonomi darbe alsa birkaç yılda toparlanabilir.
Ancak insan karakteri ve ahlaki değerler, nesiller boyu ilmek ilmek dokunan bir halı gibidir; yırtıldığında onarımı da aynı sabır ve emeği ister.
Ülkemiz özelinde bu durum maalesef çok daha vahim bir hal almış durumda. Neden mi? Hızlı kentleşme, göç, ekonomik istikrarsızlıklar, siyasi kutuplaşma ve dijitalleşmenin getirdiği yabancılaşma, insanlar üzerinde inanılmaz bir baskı oluşturdu.
Bu baskı, maalesef en çok da geleneksel değerlerimizi vurdu. Komşusunun derdini dert edinen, verdiği sözü canı pahasına tutan, dürüstlüğü şahsi menfaatinin önünde tutan insan modeli giderek nadirleşti.
Yerini de, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyen, çıkarı için her yolu meşru gören, kısa yoldan köşe dönme hırsıyla yanıp tutuşan bir anlayış aldı.
İnsan ilişkilerinin temelini oluşturan “güven” artık neredeyse lüks bir kavram haline geldi.
İş yerinde, trafikte, hatta aile içinde bile bir güvensizlik rüzgarı esiyor. “Kazık atma” deyimi, ne yazık ki günlük dilimize acımasızca yerleşti. Artık birine bir iş emanet ederken, bir söz alırken, hatta bir dostla dertleşirken bile içinizde bir kuşku yeşeriyor.
“Acaba bana da mı?” sorusu, zihnimizin derinliklerinde sürekli bir yer ediniyor. Verilen sözlerin yutulduğu, menfaatin dostlukların önüne geçtiği, insanların birbirini “kandırmasının” zekâ göstergesi saydığı bir dönemden geçiyoruz. Bu, basit bir davranış bozukluğu değil; derinlerde yatan bir kişilik erozyonunun dışa vurumudur.
Peki, neden bu noktaya geldik?
Cevap, karakter inşasının zaman gerektiren bir süreç olmasında yatıyor. Bir insanın dürüst, sorumluluk sahibi, empati kurabilen bir birey olarak yetişmesi için onlarca yıl gerekir.
Aile, okul, sokak ve toplum; bu değerleri nesilden nesile aktararak bir kültür inşa eder.
Ne var ki bu aktarım zinciri koptu. Değerler eğitimi, her şeyin gölgesinde kaldı. Ahlaki pusula şaştı ve yerine “Neyi yaparsam kâr ederim” hesabı geçti. Bu hızlı bozulma, onarımı da aynı hızda imkânsız kılıyor.
Kaybettiğimiz değerleri geri kazanmak, yeni bir nesli yeniden inşa etmek, sabırla ve kararlılıkla sürdürülecek uzun soluklu bir çabayı gerektiriyor.
Bu karanlık tablonun içinde umut ışığı yok mu? Elbette var. İçimizde hala bu erozyona direnen, sözünün eri, güvenilir, insanlığını unutmamış nice insanlar var. Onlar, bu toplumsal çürümeye karşı direnen sessiz çınarlar. Mesele, onların sayısını çoğaltmakta ve seslerini duyurabilmekte yatıyor.
Toplumsal bir seferberlik başlatmalıyız. Aileden başlayarak, eğitim sisteminin her kademesinde insani değerleri önceleyen bir anlayışı hakim kılmalıyız. Medyadan siyasete, sivil toplumdan bireye kadar herkes bu onarım sürecinin bir parçası olmalı. Unutmamalıyız ki, güven inşa etmek yıllar alır ama yıkmak bir saniye. Attığımız her kazık, yuttuğumuz her söz, aslında kendi geleceğimizi kazıyor.
Sonuç olarak, insani değerlerimizi kaybetmek, bir neslin kaybıdır. Onları geri kazanmak ise bir neslin fedakarlığını ve emeğini gerektirir.
Geç kalmış sayılmayız. İyiliğin, dürüstlüğün, güvenin ve merhametin hala bu topraklarda filiz vereceğine olan inancımızı kaybetmeden, her birimiz kendi karakterimizin onarımından sorumluyuz.
Onarılacak ilk ve en önemli şey de, insanın kendi vicdanıdır…

Kontrol et

Osmangazi’de engelli bireyler 3 Aralık’a özel gösteri hazırlıyor

Osmangazi Kent Konseyi Engelliler Meclisi üyeleri 3 Aralık Dünya Engelliler Gününe özel tiyatro gösterisi hazırlıyor. …