TAYYARE’DEN BAKMAK
27 Eylül 2020
KÖŞE YAZARLARI, Tuğba Aydın
Bursa öyle bir şehir ki, tüm zamanların izlerini görmek mümkün… Osmanlı’nın sokaklarından, hanlarından geçerken bir anda kendinizi 1930’ların Türkiye’sinde buluyor ve bu tarihi geziyle Bursa’ya bir kez daha hayran kalıyorsunuz. Ben de bu yazıda otuzların eseri Tayyare Kültür Merkezi’ni anlatmaya çalışacağım.
1930’lu yıllarda, Türk neoklasizminin özgün örneklerinin verildiği “Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi” yoğun bir şekilde eleştirilmeye başlanmış ve yeni mimari arayışlar baş göstermiştir. I. Ulusal Mimarlık anlayışı içerisinde tasarlanıp, inşa edilen Divan-ı Muhasebat Binası’nın (Eski Sayıştay Binası) yıktırılarak, yerine daha modern bir yapının yaptırılması, artık bir dönemin sona erdiğine işaret eder. Mimar Egli’nin modern görüntü vermesi için cephelerini değiştirdiği yapı, 1925 yılında Nazım Bey tarafından tasarlanmış, müteahhitliğini Arif Hikmet Koyunoğlu yapmıştır.
Bu süreçte; yapılar hangi amaca yönelik kullanılacaksa, onun çözümüne çalışılmakta, buna göre biçimlendirilmektedir. Cepheler daha yalın tasarlanarak, yoğun bezemeden kaçınılmaktadır. Kübik kütle anlayışı, geniş cam cepheler, serbest bir tasarım, düz çatılar kullanılmaktadır.
Tayyare Cemiyeti’nin (Türk Hava Kurumu) açtığı mimari proje yarışmasını Sayıştay binasının yapımında da çalışan Mimar Arif Hikmet Bey kazanmıştır. İnşa sırasında temel derinliğinin iki metre olması gerekirken yedi metre derinliğe inildiğinden zeminde tarihi koza fırınları ve ev harabeleri çıkmıştır. Eski Setbaşı Deresi bu kısımdan geçtiğinden, dayanıklı bir temel yapılmasını gerektirmiştir. Arif Hikmet Koyunoğlu, mimaride Avrupa’yı kopya etmek yerine kendi mimari mirasımızdan yararlanılması gerekliliğini belirtir.
Bursa’da Cumhuriyet döneminde yaptırılan ilk modern tiyatro ve konser salonu olan merkez 1930’lu yıllarda yukarıda da belirttiğimiz gibi ülkede mimarlık alanında, ulusal mimarlık akımı yerine uluslararası Bohmeya Kübizmi benimsenmiş; sadelik, ekonomi ve işlevsellik gibi kavramlar etkin olmuştur. Bu yaklaşımın örneği olan merkez, Türk kültürünü yansıtan aynı zamanda kübik biçimde modernize edilen cumbaları ile dikkat çekmektedir.
1932 yılında hizmete açılmıştır. 1945 yılında Bursa Belediyesi tarafından satın alınan bina, uzun yıllar sinema ve hizmet binası olarak kullanılmış, 1991 yılında özgün biçimine geri döndürülmek amacıyla restorasyon çalışmalarına başlanmıştır. 1995 yılında tamamlanan çalışmalar sonucunda Tayyare Kültür Merkezi adıyla hizmete sunulan bina, 700 kişilik konser-gösteri, 4 sergi, 100 kişilik toplantı salonları ile Bursa kültür yaşamında yerini almıştır. Tayyare Kültür Merkezi, sofitalı sahne sistemi, ses-ışık-projeksiyon ve sinema ile aynı anda 3 dilde çeviri yapma olanağı veren simultane sistemlerinin yanı sıra kulis, seminer ve toplantı odaları, teknik odalar, fuaye ve kokteyl salonu ile çok amaçlı kullanımlara yönelik olarak hizmet vermektedir.
Sinema olarak kullanıldığı dönemlerde de halkın en önemli eğlence merkezlerinden biri olmuştur. Bu konuda Tayyare Sineması’nda makinistlik yapan ve işleten Ali Demirci’nin oğlu, sinemaya gönül vermiş bir dostum Levent Demirci şunları söylüyor:
“Tayyare Sineması 1950’li yıların hemen başında hizmet vermeye başladı. Babam Ali Demirci 1971 yılında makinist olarak başladığı sinemada kısa zamanda genel müdürlüğe terfi etmiş ve hemen ardından 1978 yılından 1984 yılına kadar da hem genel müdürlük hem de ortaklığını yapmıştır. Türkiye’nin nadir üç katlı sinema salonlarından olup dokuz tane locası ile eşsiz bir sinema keyfi sunuyordu ziyaretçilerine. Kapanana kadar da şehir merkezindeki tek önemli sinema salonu olarak hizmet verdi Bursa halkına. Şehrin merkezindeki tek sinema oluşu, 1200 kişilik kapasitesi ile kapı baca kıran film gösterimlerine sahne olmuştur bu sinema.
Tayyare sinemasında film izlemek bir eğlence değil bir gereklilikti. Birçok galaya da ev sahipliği yapmıştır. ‘Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’ filminin oyuncu kadrosu ile gösterimi, Cüneyt Arkın’ın katılımıyla onun filmlerinin gösterimi ve en son hatırladığım Fatma Girik’in katılımıyla ‘Yolun Sonundaki Karanlık’ filminin gösterimleri yapılmıştır. Özellikle yetmişli yılların sonunda Ferdi Tayfur filmlerinin gösterimi sırasında cinayet bile işlenmiştir. Bu, kapı pencere kıran filmler bir matinede dört bin izleyiciyi ağırlayarak kırılması hiçbir zaman mümkün olmayacak bir rekora da imza atmıştır. Sinemanın büfesinde meşrubat satanlar bile ev araba sahibi olmuşlardır bu filmler sayesinde.”
Bu güzel yapı yakın zamanda da bir yenilemeden geçerek şu anki halini almıştır. Yenileme çalışmalarını bitmesini benim gibi birçok sanatsever eminim dört gözle bekledi. Şehrin en ulaşılabilir yerinde olmasıyla bizler için çok büyük bir ihtiyaçtı. Şu anda özel tiyatro ve konser ekipleri takvimde yer bulabilmek için âdeta birbiriyle yarışıyor. Büyükşehir Belediyesi’nin tiyatro ekibi de oyunlarını burada sergiliyor. Ayrıca sergi alanları ile farklı sanat dallarıyla da haşır neşir olmamızı, ruhumuzu besleyip günümüzü güzelleştirmemizi sağlıyor. Büyük camları içeride özenle yerleştirilmiş çeşitli sanat eserlerinin albenisini iyice arttırıyor ve insanı kendine çekiyor. İçeri girdiğinizde o nezih ortam, sizi şehrin koşturmacasından uzaklaştırıp bir an olsun ruhunuzu dinlendiriyor. Aklınızı, kalbinizi, duygularınızı harekete geçiren resimlerin arasında rüyalara dalmış gibi dolaşırken bir tatlı ses kulağınıza çalınıyor; sanatçı size eserleri hakkında bilgi veriyor. İnsan başka nerede böyle ince ruhlara rastlayabilir ki?
Geçenlerde İzmir’den bir tezhip sanatçısı, artık dostum da diyebildiğim Şeyda Dereli’nin “Aşk ile Altınlamak” sergisini dolaşmak şansına eriştim. Biz sessizce eserleri incelerken Şeyda Hanım yanımıza gelerek bize bilgiler vermeye başladı. Buna, bilgilendirmeden ziyade kalbimize o tablolardaki renkleri işlemek desek abartmış sayılmam. Hoş sohbeti, ince ruhu o kadar içimize işledi ki artık bir ahbabı görme gereği duyar gibi diğer günler de kendisini ziyaret ettik. Bursa’dan ve Bursalılardan oldukça hoşnut kalmış bir şekilde buradan ayrıldı. Bizi de mutlaka İzmir’e davet etti. Hatta gelen ziyaretçilerden bizim gibi dostlar edinmiş, ısrar kıyamet kendisini meşhur Bursa tatlılarını yemeğe bile çıkarmışlar. Bursa ve Bursalıların sanata bu denli değer verdiğini duymak beni çok mutlu etti.
Velhasıl; Bursa’mıza Tayyare çok iyi geldi. Bu şehrin dağından suyuna, camisinden kilisesine, Hacivat’ından Karagöz’üne sanat akıyor. Nasıl sevmesin Bursa Tayyare’yi? Adı da benim gibi geçmiş zamanın geç kalmış evlatlarının içini ısıtacak kadar sevimli. Umuyorum ki uzun yıllar bu güzel yapı bizlere kucak açmaya devam eder. Bursalılar da bu güzelliğin hakkını vermekten, benim gibi modern zaman yörükleri de yolları düştükçe faydalanmaktan geri durmaz.